SON DAKİKA

Zeki Nurçin'le özel Roportaj

19 Ekim, 2011 05:45 Güncelleme: 19 Ekim, 2011 05:45 Zeki Nurçin'le özel Roportaj

Edebiyat Dehası Zeki Nurçin İle Özel Röportaj

Modern edebiyatın, daha öz vurgusu ile romanın ve şiirin hatırı sayılır yazarlarından Zeki Nurçin'i hep merak etmişimdir.

Dengê Agirî / Halil İbrahim Cengiz

Nurçin'i Birçok yazarala kıyasladığımda Genç yaşına rağmen bu denli verimliliğini bir muamma olarak algılardım. Muamma şaşkınlığım değil bu edebiyat dehasının üretkenliğiydi.

Kitaplarındaki Amor Fati olgusunu derin işlemesi, her yazdığının yoğun bilgi yüklü olması, konularının derinliği, her romanındaki insanüstü çabası onu edebiyat dünyasında her yazarın hayal ettiği bir noktaya taşıdı muhakkak. Bu edebiyat dehasının adını 1990'lı yıllarda, Direnişlerin Şafağı adlı romanı ile duyduk. Doğduğu kentin ilk romancısı olmak ayrıcalığının ona verdiği sorumluluk ilk romanlarında kendini ele verir. Özellikle Varzebau Rüzgarları adlı romanı bu sorumluluğun romanıdır. Bu ve daha sonraki çalışmaları kitle kültürünü temsil eder.

Bu özellik onun halk ve edebiyat devrimciliği ile yakından ilintilidir. Kendisi gibi, edebiyatı da gizemli bir devrimciliği simgeler. 1990 yıllarındaki gazetecilik deneyimi onun edebiyat alanını genişlettiği yıllara denk gelir. Tarihi bilgisi ve edebi terbiyesi ile yazdığı romanlara ayrı bir tat verir.

Yazdıklarında insanı içine çeken görünmez bir girdap vardır. Ama bu edebiyat dehasını farklı kılan, bir parçası kabul ettiği hüzün ve yalnızlığı derin bilgiye dönüştürmesidir. Roland Barthes gibi ayrıntıların anlamını irdelemesi onun edebiyattaki ustalığının başlangıcıdır.

Her romanındaki düşünüş onun okur ile kurduğu sevgi köprüsüdür. Bu emeğinde mütevazilik sanata dönüşür. Tam tanımı ile Zeki Nurçin ne yaptığını bilen bir edebiyat dehasıdır. O dâhiliğini doğduğu topraklardan kapmış bir yazardır.

Ona sadece yazar demek onu anlatmaz. Okurunun aradığı, kendi alanında uzman insanların ona bilgi bazında danışması onun işinin sevdalısı olmasından kaynaklanır.

Annesi ve çevresindeki büyük ve yaşlı insanlardan hayata, tarihe ve mitolojiye dair dinlediklerinin ona yıllar sonra Tanrılar Ülkesinde Aşk adlı muhteşem eseri  yazdırması boşuna değildir. Yazmak Zeki Nurçin'de hayatı kucaklamaktır.

Gereksiz kavramların bile romanlarında bir sorumluluk üstlenmesi onun olgunluğunun gizli yüzüdür. Doğduğu topraklara olan sevdası romanlarında estetizm olarak karşımıza çıkar, ki bu yazarın sanatının gizemini arttırır. Bazen bu gizem öyle şiddetle bir kasırgadır ki okurun bu kasırgada savrulmaması imkânsızdır.

Son çıkan romanı Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım adlı eseri buna örnektir. Kitap bir yenilgiyi zafermiş gibi kabullenmenin romanıdır bir yerde.

Zeki Nurçin kendisini öldürmeyen bir acı ile yazar. Bilgi ile yazar, yürek ile yazar, doğru işleyen bir beyin sabırlı bir devrimcinin donanımıyla yazar. Yazmak onda hayat sevgisidir. Birileri iki sahte alkış koparsın diye yazanlardan olmaması da onu özellikli kılar. Serttir zaman zaman, sivri dillidir ama romanda sıra dışı aşkların ender isimlerinden biridir.

Yazdığı eserlerin hemen okuma isteği uyandırması onun tecrübelerini sıralar aslında. Okurunu da çok iyi tanıması bu durumun ayrı bir rengi.

Zamanında her şeyin kıyısında geçmiş olması yazmayı hayat biçimi haline getirmesi demektir. Yazarken yarattığı kahramanlar ile adeta savaşır. Onlarla yaşar, onları izler, onlara yenilir ve her kahramanda onun gizemli bir yönü vardır. Edebiyat dünyasının bu sıra dışı insanı yirmi sekiz yıllık bir edebiyat hayatıyla çeyrek asrı devirmişse okunması boşuna değil.

Basma kalıp edebiyat kuralları onu pek ilgilendirmez yapıtlarında. Aksine yazdıkları edebiyata çeki düzen verir bir güce sahiptir. Kitaplarının baş ucu çalışmaları olması ve gizemli edebiyatı ile ilgili bir söyleşi yaptık.

Sizce yazmak nedir?

Hayat biçimidir. Sır kaşifiği de diyebilirsiniz. Yazmayı hayat biçimi olarak kabul ettim. Bu bende sonradan ortaya çıkan bir sarsıntı değil. Vardı ve bir gün aniden dağından püsküren lav gibi püskürdü. İnsanın bir ömür kendisi ile hesaplaşmasıdır yazmak.

Bu nasıl bir yolculuk?

Doğru dediniz. Bu bir yolculuk ayrıca. Ama sadece yolculuk olarak tasvir etmek yetmez.

Bakın, bir kitap veya hikaye üzerinde çalışmak aslında bütün kavramları bir süreliğine inanılmaz bir eneji ile bir yere hapsetmektir.İmgeleri seyredalış… Ben daha çok geceleri yazarım. Trenlerde, otobüslerde, uçakta ya da yolda yürürken.Gündüz oturup yazdım pek görülmez.Gündüz düşünce aşamasıdır.Hatta rüya görüp aniden uyanıp yazdım çok olmuştur.Bir de metrolar. Kalabalık yerler bile bana ilham verir; yazdıkça ısınırsınız. Aslında her kıpırdayan varlık yazdıklarımın biçimlenmesine yardımcı olur. Yazdıklarımı defalarca okurum çünkü bir sonraki paragrafta ne olacağını bazen yazar bile kestiremez.Yazmak bu gibi anlarda bir savaştan farkısızdır. Yenilen hep yazardır yine de. Ama bu yenilgi yazar da kazanımdır.O yenilerek kazanır, kendini yenilgilerinde yeniden doğurur. Bir de şeyi keşfettim, yazmak ve okumak bir tedavi yöntemi. Bilgi doyumu belleğinizin motorudur sanki.

Bu kadar güzel yazmak sizce sadece yetenek mi?

Sadece yetenek değil. Donanım dediğim şey. Potansiyel. Bunlar ilgilendiğiniz alan ile bilgi dokusudur. Algı, analiz ve en önemlisi bu olguyu hayat biçimi kabul etmek. Birileri yazdıklarımı beğensin diye yazmıyorum. Böyle saplantılı yazmanları görünce daha iyisini ortaya dökmek için farklı yöntemler arıyorum sürekli. Doğrusu ben gerçek yazar ve şairleri sır kâşiflerine benzetirim.

Nasıl?

Ben öykü ile başladım. Bu daha sonra roman ağrılıklı devam etti. Romanı yazmaya başlamadan önce onu mutlaka birkaç yıl üzerinde düşünmüş araştırmalar yapmışımdır. Buna ben sır kaşifliği diyorum. Bu son  çıkan Tanrılar Ülkesinde Aşk roman derin bir bilgini kitabıdır. Bilgeliğin de kitabıdır. Bir bütün onbir yılımı aldı.Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım adlı romanımız ise altı yıl gibi bir süreci kapsar.

Son konuşmamızda yılbaşından hemen sonra yeni bir romandan söz ettiniz.

Evet. Yeryüzünde bir insanın bir insana yazabileceği en uzun mektup niteliğinde otobiyografi bir roman. Hüznün genetiğini resmettim orda cümlelerle. 2000 yılında yazmaya başladım ve gün, gün gözlemlenerek yazılmış kendi alanında yeni bir çalışma.

Neden bütün kitaplarınızda hüzün var?

Kimde yok ki? Hem bu devrimci ve kusursuz bir hüzündür. İnsanı eline şarap alıp bir sokakta ölüme terk eden dengesiz ve işe yaramaz hüzünlerden değil. Benim edebiyatta beslenme noktam güçlü bir hüzündür. Zaman zaman benim hayat ile bağımı kopardığı olduysa da seviyorum hüznümü. Robin CaaNrc bu konuyla ilgili şöyle der; hüzün deyip geçmeyin, kederinizi bilgiye dönüştüren tek fabrika gibidir. Sizce de öyle değil mi? Yazma da hüzün beslenme noktasıdır dedik. Bir de yazarın, kimselerin bilmediği bir yalnızlığı ve anlaşılması imkansız derin bir dünyası var. Her gün kendini öldürdüğü,yeniden doğurduğu,başını alıp gittiği,düşüncenin üstüne çıktığı dünyası var. Kendisi ile sonsuz hesaplaştığı dünya.Hüzün ve yalnızlık bilgiyi adam eden iki öğretidir bu dünyada.Yazarın kabullendiği bir kader gibi.Edebiyatta buna Amor Fati adı verilir.Umberto Eco bunun bilinen ve yaşayan tek ismidir.

Tüm romanlarınızı batıda mı yazdınız?

Hayır. Bir çoğuna son şeklini batıda verdim ama kaynak doğduğum kenttir. Ağrı. Aşığım bu kente. Örneğin Direnişlerin Şafaşı ile Sana Olan Hasretim Onüç Yılda Bitmez adlı kitapları Ağrı'da yazdım. Ama ilk yazdığım roman İstanbul'da çalındı. Bulamadım.

Roman nedir? Siz yazarken roman da kural yaratmak mı istiyorsunuz?

"Roman" kelimesi, Roma İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan halk kitlelerinin konuştuğu halk Lâtincesine verilen addır. Sonraları herkesin anlayabilmesi için bu dille yazılan destan ve hikâyelere "roman" adı verilmiş. Kelimenin aslı buradan gelir. Ama geçmiş roman ya da bugünkü romanın eni boyu beni ilgilendirmiyor. Doğrusu nitelikli romancı da pek azdır. Bana göre roman humanizmin kendisidir. Aydınlanmadır. Romana kural getirmek bana düşmez. İlgilenmiyorum bu boyutuyla.

Ekol kabul ettiğiniz bir romancı var mı?

Yok. Kimseye benzememek için çok çırpınırım. Zaten Türkiye'de yazanların derdi iyi bir edebiyat yaratmak değil. Birilerine kendilerini alkışlatmaktır. Ekol akıllarına gelmez. Dahası yazarı bile okumuyor ki ekol kavramını da bilsin. Acı bir resim. Fakat sevdiğim yazarlar vardır mutlaka.

Yazarken sizce en büyük sorun nedir?

Cümleleri doğru ve etkili kullanmaktır. Bazen yazdıklarıma ara veririm. Bu, yazdıklarınızı yeni baştan okumayı gerektirir. Bu yazma olayında sancılı bir durum. Konu seçimleri için titiz ve doğru bir araştırma şart. Ben yazdıklarıma daha çok derin bilgiler ekliyorum. Doğru ile sevişmiş bir bilgi ancak hayal ile boy ölçüşebilir. Yazdıklarımın tamamı gerçek hayattan kesitlerdir. Romanın içine girerim ve o zamanın hayatın yerinde bir eşya gibi dururum.

Yazarken okuduklarınızın etkisinde kalıyor musunuz?

Mutlaka okuduklarımdan etkilenirim. Ama bu etki benim yazı dünyamı etkilemez. Yazarken adeta zamanın yırtılması olur. Karşımda bir film gibi geçer yazdıklarım. Ertesi gün yazarken filmin kaldığı yerde devam edemiyorum. Roman bitene kadar bilincinizin derinliklerindeki bir gizem size pusula olur. Seviyorum bu durumu.

Bazı yazarların kendilerini birileri ile kıyaslama zaafı var? Siz de bu var mı?

Hayır. Çok saçma bir durum. Kendisini başka bir yazar ile yarıştıran romancının aklından şüphe ederim. Şayet böyle bir hali varsa o yazar değil birileri için yazan bir budaladır. Ömrü azdır. Yazabildiğim en iyisini yazmaya çalışıyorum.

Yaratıcı bir yazar olarak sanatınızın işlevi nedir? Gerçeğin sırları peşinde koşmak neden sizin için bir zorunluluk haline gelmiş?

Yazar hayatın ve zamanın sesini en iyi dinleyen bireydir bana göre. Ben gerçek yazarlardan söz ediyorum.  Fasa fisolardan değil. Bilinmeyenden bir şeyler yaratmayı kolay sanmayınız. Bu bir nevi tanrısal güçtür. Yeniyi yaratmak ve paylaşmak adına devrimci bir cephedir. Ama yaratılan zorla kabul ettirilecek bir temsiliyet değil. Sır paylaşımıdır. İyi yapılan işin ölümsüzlüğüdür bu. Benim sanatımın işlevinin öznesi bu. Bu da zorunluluğun kendisidir. Aksi dalga geçilen deliliktir.

Bir yazar için en iyi bilgi düzeyi nedir?

Yazmak imkansız denemelere girişmektir. Bir intahar şekli ya da bir bilgi cephesinde negatif kavramlarca her saat yeni baştan vurulmaktır. Ölüp, ölüp dirilmektir bir yerde. Çünkü kendinizi unutuyorsunuz. Bu durumda bilgide düzey yok, sınırsızlık var. Bu da edebiyatta daha ağır bir sorumluluktur. İllede bir düzeden söz edilecekse bunu bireyin kendisine olan saygısı ile anlatabiliriz.

Yazar arkadaşlarınızın yazdıklarınızda etkisi nasıl?

Birçok yazar arkadaşım var ama yazdıklarıma etki edemezler. Ne yazdığımı bilmez ki adam. Yazdıklarımın bana verdiği mutlulukla ayakta durduğumu söyleyebilirim. Bir de annem Fatma Hanım. Benim için bir bilgi deryasıydı. Romanlarımdaki anne karakterlerini annemin profilinde çıkarmışımdır. Derin bir bilgisi vardı. Ama okuma yazması yoktu. Ondan etkilenirdim daha çok. O benim danıştığım bir bilgeydi. Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya özleyen ve bu özlemi de bize öğreten bir bilge.

Ne zaman yazar olmaya karar verdiniz?

Her zaman yazar olmak istemişimdir. Bu uğurda çok şey kaybettim. Tasavvur etmekte zorlanacağınız çok şey. Sade yaşayan  ve alabildiğince mütevazi bir kişiliktim. Yine de öyle. Kaybetmek bana bilgi cephesinde bir birey olmayı kazandırdı. Yazarlar da bireydir ve her insan gibi yaşamlarında kazandıkları var kaybettikleri var. Örneğin yazarlara bakın çoğu sıkıntılı hayatlar sürmüş. Asıl beslenme noktaları bu. Sıkıntı. Mark Twain, Stendhal, Bach, Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, John Donne, Maupassant, Kipling, Captain Marryat, Shakespeare, Mozart, Dante, Virgil, Hieronymus Bosch, Brueghel, Goya, Cezanne, Gauguin, San Juan de la Cruz, Gungora. Bu insanlar kendi alanlarında yetkin ama irdeleyin yaşamlarını hepsi kaybederek insanlığın belleğinde berrak kavramlar haline geldiler. Bazen de ben yazdıklarımı savunamadığım bir fikre benzetirim. Bu nasıl bir olgu dediğim olmuştur.

Sık, sık gelir misiniz Ağrı'ya?

Zaman buldukça gelirim. Tarihi, mitolojisi, yaşamı ve insanı ile aşık olduğum bir kent. Edebiyat terbiyseini bana veren masal kenti. Kezo ve Kızılağaçlar, Varzebau Rüzgarları, Direnişlerin Şafağı adlı romanların bu kenti dokusunu anlatır. İnsanımızın acısını, yoksulluğunu ve aşklarını anlatır. Nasıl gelmem ki?

Biz bu röpörtajı yapma şansı verdiğiniz için size teşekkür ederim.

Rica ederim… Ben de size teşekkür eder başarılar dilerim.

Yorum Ekle