SON DAKİKA

NE ZULAYMIŞ BE!...

NE ZULAYMIŞ BE!... 16 Ağustos, 2017 00:50 Güncelleme: 16 Ağustos, 2017 00:50 NE ZULAYMIŞ BE!...

 

 

Yıl 1974 Ankara  yarı Açık Cezaevi…

 

Ecevit affına 2 ay kala…

 

Bu cezaevi Ankara Kapalı Cezaevi bitişiğinde bir alanda inşaa edilmiş eski bir yapı.

 

Ankara Yarı Açık Cezaevi birkaç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümü atölyeler, ikinci bölüm ise yatakhane bölümü. Bunlara ek olarak kantin, hamam, tabldot ve mahkûmların oturacağı çay ocağı gibi bir yer. Ayrıca toplantı ve tiyatro solunu bulunmaktadır. Bu müştemilatın dışında bir dış bahçe bulunmaktadır. Bu dış bahçede İdari bina, ziyaretçi salonu ve mobilya atölyesi yer almaktadır.

 

Cumartesi ve Pazar günleri Mahkûmlar bu bahçeye belirli saatlerde çıkabilmektedir. Öylece dış dünyayı seyr etme olanağı bulunmaktalar….

 

Bu yarı açık cezaevinde salt çoğunlu matbu işler yapılmaktadır. Yazılar entertip makinelerinde kurşunla basılmakta. Basılan bu kurşun yazılar doğruluğu saptamak için yazı kontrol bölümüne gönderilmekte. Oradan da mürettiphaneye gelip, dizgi haline sokulmaktadır. Buradan da baskı makinelerine verilmekte ve çıkan yazılar değişik bir birimde kitap haline getirilmektedir. Burada çalışan mahkûmlara belirli oranlarda tahliyesi sırasında ücret verilmektedir.

 

Zaman zaman Ankara Yarı açık Cezaevinde sosyal içerikli çalışmalar olmakta… Örneğin tiyatro çalışmaları… Futbol çalışmaları gibi…

 

Atölyeler gece ve gündüz olmak üzere iki vardiyalı çalışmaktadır. Bende gececi olup, mürettiphanede(dizgi) çalışmaktaydım.

 

Gece saat 00.01'de işi bırakınca doğru yatakhaneye gittim. Ama bir türlü uyku gözüme girmedi. Yatağın üzerinde bir sağa bir sola kıvrandım durdum… Uyuyamayınca kalkıp iç avluya çıkıp biraz hava aldıktan sonra, Kantine doğru yürüdüm ve bir sigara aldım. Kantinin kapısında bir gardiyan yakama yapıştı. Ankara Adliyesine gidip çalışacağımızı söyledi.Bende kendisine çok uykusuz olduğumu ayakta duracak halim olmadığını dilimin döndüğü kadar anlattım.Ama dinleyen kim?..çaresiz dış avluda üstü açık bir kamyonete bir kaç arkadaşla bindik.Gardiyanın idari binaya gitmesini fırsat bilerek kamyonetin diğer tarafından indim.Beni de iki arkadaş takip etti. Doğru Yatakhaneye gidip yatağa uzanarak uykuya daldık.

 

Öğle sonrası isimlerimiz anons ediliyordu. İdari binaya gittim.Diğer iki arkadaşta oradaydı.Cezaevi Savcısı geldi.Bir tutanakla işten kaytardığımız için Kapalı Cezaevine sevk etti.Kelepçe kollarımız takıldı.Jandarma nezaretinde Ankara Kapalı Cezaevine doğru yürümeye başladık.Biz ispiyon yapan gardiyan karşımızda durmuş pişkin pişkin sırıtıyordu..o anda kaynar sular başıma aktığını hissetim ve “Bu yaptığın yanında kar kalmayacak” gayriihtiyari bağırdım.

 

Açık cezaevinden kapalı cezaevine atılanlar Kapalı cezaevinin hücresinde 15 gün yatmak zorunda kalmaktadırlar. Yasa gereği bu.

 

Üç arkadaş olarak Kapalı Cezaevinin(bugün müze olmuş) koğuşların arkasında bulunan hücre kısmına atıldık. Her hüre 2X3 metre karelik bir yer olup bir ranza ve tuvaleti bulunmaktadır. Günde bir oyun mutfaktan yemek vermektedirler ve günde bir saat dar ve uzun avluda havalandırmaya çıkıyorduk. Avlunun kısmında siyasilerin koğuşları bulunmaktaydı. Havalandırmaya onlarda katılıyordu.

 

Birbirimizle tanışma olanağı bulduk. Yazar daha ziyade çevirmen Muzaffer Erdost'la tanıştık. Havalandırmada sürekli olarak beraber olduk. Ve beraber volta attık…Muzaffer Erdost'un yakalanması sırasında kardeşi İlhami Erdost işkence ile öldürülmüştü. Engin görüşü vardı. Çok bilgeydi. Epeyce fikirlerinde yararlandım. Bir gün bana hangi hücrede kaldığımı sordu. Ben en baştaki hücrede kaldığımı söyledim.

 

Oda bana” O hücrede kim kalıyordu biliyor musun?”

 

Bende” bilmiyorum “dedi.

 

Muzaffer Erdost gülümseyerek “O hücrede Deniz Gezmiş kalıyordu idamından önce..”

 

Afalladım…

 

Sonra Erdost sözlerine şöyle devem etti.”onun yanında ki hücrede Yusuf Arslan ve diğer hücrede de Hüseyin İnan kalmaktaydı.” Dedi.

 

Demek ki  Deniz Gezmiş'in yattığı hücre de benimde yatacağım varmış..

 

Kapalı cezaevine atılışımızla Yarı açık Cezaevinde çalışma karşılığın da hak ettiğimiz ücretlerde ispiyoncu gardiyanın sayesinde böylece güme gitti…

 

Güme giden ücretlere yanmıyorum. Ama o sırıtışı beni çileden çıkartmasına yetti ve arttı… Af çıkana kadar hep soru kafama takıldı, durdu…

 

15 gün sonra hücreden 2. Koğuşa alındık.2.Koğuş hücreye salâvat çektirecek cinste… Tutuklu ve mahkûmlar bir yatakta sırt sırta iki kişi yatmaktaydı. Han tipi bir koğuş 200 yakın kişi kalmaktaydı…

 

Epeyce arkadaşlarla burada tanıştık. Bir Gaziantepli arkadaşla arkadaşlığımızı ilerlettik. Ona yörüm diye sesleniyordum. Afa bir aya kala Kırşehir Cezaevine nakl edildik. Yörümün bir süpürgesi vardı. İçinde de zula bulunmaktaydı(Zula şişte yapılmış ucu taşlara sürte sürte sivrilimmiş bir alettir. Bu bir nevi mahkûma kendisini koruma güvencesi sağlıyor…)Yörüme dedim ki “o zulayı çıkart at bir yere yoksa Kırşehir cezaevinde arama çıkarsa canını çok kötü yakacaklar.”

 

Yörüm beni dinlemedi. Kırşehir Kapalı Cezaevine varışta bir odaya alındık. Üç Gardiyan arama tarama yaptılar. İlk önce yatak ve eşyalarımızı aradılar. Süpürgenin içindeki zulayı gördüler. Kime ait olduğunu sordular. Yörüm de Kendine ait olduğu söylemesiyle üç gardiyan sille, tokat ,yumruk yörüme giriştiler.(Cezaevlerinde bir kural var.Yemek arkadaşlığı ve birlikteliklere karşı yapılan her harekat o kişiye de yapılmış sayılır..)Bende üç gardiyanlara   giriştim.26 yaşındayım.Gardiyanları yere serdik…sermez olsaydık…Biraz sonra yirmiye yakın gardiyanlar başımıza üşüştü… yermisin, yemezmisin…

 

Allah'ın seven vurup, boş geçmiyor…

 

Kendimde geçmişim.Gözlerimi araladığım zaman tek hücrede olduğum ve ayaklarıma elli kilogramlık palanga taktıklarını gördüm.Nereye elimi vursam yumak elime geliyor..gözlerimi şişkinlikten açamıyorum..son bir gayretler sırtımı hücrenin beton duvarına dayandım.O anda aklıma Yörüm geldi.seslendim yanıt verdi.

 

“Durumun nasıldır” dedim.

 

“Abi sanki kamyon üzerimde geçmiş”

 

Zoraki gülümsedim…

 

“Ulan oğlum sana demedim mi zulayı yok et.Ne zulaymış be!..”

 

Yörüm haklı olduğumu söyledi.

 

Zaman mevhumunu unutmuşuz… Duvara yaslandığım şekilde uyuya kalmışım. Hücrenin demir parmaklıklarının önünde, bir ses geldi

 

“kahraman bumu?”

 

Sonra :

 

“Kalk ulan!” sesiyle irkildim.

 

Gözlerime el feneri ile ışık veriyorlardı. İçimde geçirdim ”Herhalde ikinci fasıl başlıyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk”

 

Arkasında gardiyanlar olan sivil giyimli bir kişi:

 

“Nerelisin Ulan?”sorusunu bana yönetti.

 

Nasıl olsa ikinci fasıl başlayacak düşüncesiyle;

 

“Sanene nereli olduğum.Birde senmi bela geldin başıma!..”dedim.

 

Bu sefer:

 

“Evladım ben buranın müdürüyüm. Meseleyi anlamak istiyorum.”

 

Neyse künyemizi söyledik.Müdür meğer bizim oraymış…birden gardiyanlara döndü.Söylemedik Laf bırakmadı..”Bula bula benim hemşerilerimi döveceksiniz!”dedi.

 

Hücre bölümü Kapalı cezaevinde ayrıydı.

 

Müdür emir verdi. Palangalar ayaklarımızdan çıkarıldı. Özel banyo hazırladı. İki gardiyanın kolları arasında banyoya götürüldük yörümle birlikte. Banyo bize biraz iyi geldi. Sonra 3. Koğuşa verdiler. Boş bulduğumuz bir ranzaya yatakları serip uykuya daldık ancak ertesi gün akşama doğru uyanabildik. Halen dayağın üzerimizde ağırlığı vardı…

 

Kendimize gelmemiz bir hafta sürdü...Tv.Yeni çıkmıştı.Dolayısıyla cezaevinde küçük radyolar yaygındı.O dönemde Saddam ile Molla Mustafa Barzani  güçleri arasında yoğun bir savaş vardı.İran Molla Mustafa Barzani güçlerine destek veriyordu…günümüzün çoğu radyo dinlemekle geçiyordu.Arada sırada  havalandırmada volta atıyorduk arkadaşlarla…Kırşehir İmam Hatip Lisesi öğrencileri affa yakın günlerde sık sıka Kırşehir Kapalı Cezaevine gelip,mahkumlarla voleybol maçı yaparlardı. Bazen de ilahiler okurlardı..adata onlarda bir nevi bizler gibi tutsak gibidiler..

 

Müdürü söz verdiğimiz için bizi haşat eden gardiyanlara karışmadık. Ama sayım zamanları çok tedirgin oluyorlardı… Sayımlara daha çok olaya karışmamış gardiyanlar geliyordu…

NİHAYET AF

 

Mahkûm ve tutuklular af söylentileri çıktığında beri radyoların başında ayrılmıyorlardı. Nihayet CHP-MSP hükümeti Genel Affı ilan etti. Koğuşlarda yatak ve yorganlar toplanarak denkleştirildi… tek tek isimler okunarak Cezaevinde tutuklu ve hükümlüler salıvermeye başlandı. Öğleye doğru sırada bana geldi.

 

Tahliye sonrası otogara giderek Ankara otobüsünde yer ayrıldık bir arkadaşla birlikte… Ondan sonra Kırşehir'in güzel bir lokantasında soluğu alarak keyfimizce karnımız duyurduk..Ömrümde yediğim en leziz yemeki…

 

Ankara'ya varışımın birkaç gün sonra ilk işim kafamı kurcalayan sırıtkan gardiyanı aramak oldu…

 

Çinçin mahallesinde bir gecekonduda oturuyuyordu. Geceden çıkmış sallana sana evine doğru geliyordu. Tam karşısına çıktım. yarı uykulu haldeydi. Tıpkı beni zorla arabayı bildirdiği an gibi… Gözlerini ovuşturdu bana baktı.”Beni tanıdın mı pişmiş kelle gibi sırıtıyordun şimdide sırıt bakalım!” dedim ve ardında okkalı bir yumrukla yere serdim. İçimdeki kin ve nefreti dışarıya atmıştım. Yakasından tuttum ve ayağa kaldırdım. Tekrar bir yumruk vurmaya hazırlanırken eşi evinde çıktı ve ayaklarıma sarılarak ”Ne olur çocuklarım var. Benim ve çocuklarımın hatırı için, Allah Aşkına onu af et. Zaten dünde bir arkadaş gelip onu dövdü.” Kadının yalvarışı üzerine sırıtkan gardiyanın yakasını bıraktım ve yüzüne tükürerek oradan ayrıldım. Rahatlamıştım. Öfkemi yenmiştim. Yürürken, Keşke öfkeme gem vurabilsem diye de pişmanlık duydum… Bu pişmanlığım ileri yaşamımda karşılaştığı cins sırıtkanlarla karşılaştıkça yerinde olduğunu gördüm…

Devam edecek….

Yağmur Yazıyor…

Yorum Ekle