Mısır'da ilk dökülen kan ve gözyaşımı olmasa da, 14 Ağustos'ta işlenen katliam, siyasal ve insani sonuçları bakımından Mısır için kanlı bir gün olarak takvimdeki yerini aldı. Belki de Mısır'ın en ciddi ikinci bir Firavunlaşma dönemidir de. İlk Firavun dönemin, 21. yüzyıl Mısırıyla Orta Doğusu'ndan ayrılan farkı, şimdikinde sistemin "köle" isyanları ile allak bullak olmasıdır. 21. yüzyılın köleleri alanlarda hak, adalet ve özgürlük istemleri ile değişimi zorlayarak "özgün" devrimlerini yaratma mücadelesindeler. Ancak her iki dönemin değişmeyen tek ortak noktası da, her dönemin kendi Firavunu'nu yaratmasıdır. "Yaşasın cehennem zalimler için" denilerek karanlık bir idealizmde kurtuluşun anahtarı aranarak, zalimlerin cezalandırılması ayakları yere basmayan bir zamana tedavül edilse de, tüm Firavunlar kendi cennetlerini yaşanılan dünyada kurmuşlardır. Yaşanılan Dünya'nın Mısır'ı, Firavunluk patentine sahip bu topraklar 14 Ağustos'ta zulmün hiç de bitmeyeceğine yine/yeniden tanık oldu. Kana bulanarak, kanla yıkanarak. Nil Nehri yine cesetler taşıdı. Nil Nehri yine yüzünde, sayıları artarak çoğalan zalimlerin yansımasını buldu. Bu zalimlerin İsmi General Sisi, Sisi'nin sırtını sıvazlayan Obama olmuş ne fark eder. Her dem aynı şeyleri yapmak üzere hep aynılardır. İcat ettikleri meşruiyetlerinin kalıcılığı ve kitleselliği adına her aracı kullanırlar.
Zulüm eden de zulme uğrayan da bu araca sarılır. Belki de can aracı yapıp Nil'de boğulmamak için. Bu can aracının adı, Demokrasidir. Ve de, amaç olmaktan çıkartılıp araca dönüştürülen Demokrasi bir sürüdür. Herkes, kendi demokrasisinin pedallarına basarak son sürat Ortadoğu'da seyrüseferdedir. Kendisine başkasının demokrasisi yetişmesin ya da en azından başkasının gerçeğiyle yüzleşmemek için dikiz aynalarını yerinden söker. Ne de olsa en öndedir O'nlar ve önünü görebiliyordur, bu yeterdir kendisine. Peki elitler, firavun demokrasileri için viyadük demek olan halklar ne olacak? Çarpıp geçelim mi, ortadan kaldıralım da biz yolumuza mı bakalım? Nedir çare? Demokrasi aracına binen Genelkurmay ve Savunma Bakanı koltuğundaki Abdülfettah el-Sisi çareyi katliamda buldu.
Her darbe de demokrasinin tesisi içün değil midir? Kütüphanesi olmayan yere kütüphaneci atanması gibi olmayan demokrasiye darbe yapılır ve hatta Demokrasi için darbe yapılır. Mısır'ın Demokrasisi oynar başlıdır. Mursi'nin yüzde 57'si ile Sisi'nin tanklarından ibarettir. Temsili ile tekniki demokrasilerin sonu ortada. Tahrirden başlayıp Adeviyye'ye doğru uzanan yol, böylelikle de mıcırlıdır ve asla da asfaltlanmayan mıcır bir demokrasi ile yola devam edilmesi öngörülür. Mıcırlı yol bir tankları kaldırır, ve sonu kocaman tekerleklerin altında biter. Darbeyle iktidarı ele geçiren General Sisi, Kahire'deki Rabiatul Adeviyye ve Nahda Meydanı'ndan 41 gün boyunca çadır kurup oturma eylemi yaparak ayrılmayan İhvan yanlısı göstericilere şafakta müdahale etti. Sisi, alanlara gerçeğini indirdi. Yolunu viyadüklerden temizledi. Mıcırlı demokrasiyi tankların altında ezerek, un ufak etti. Ülkedeki ekonomik gücün büyük kısmını elinde bulunduran, darbeyle siyasi gücü de eline alan ordunun ve polisin operasyonları sırasında gerçek mermi ile katliam gerçekleştirildi. Oluk oluk kan aktı yine halktan, çoluk çocuk kimse dinlemeden. İnsanlar stratejiler uğruna katlediliyor. Ortadoğu'nun taşeron yöneticileri ile emperyalistlerin yönetim stratejileri uğruna hem de. Halkların zihinsel ve yaşamsal gelir kaynağı olan Demokrasi, taşeron iktidarlarla uluslar arası siyasal erklerce stratejik unsur olarak kullanılmaktadır. Zulmün üzerini örtmek için, belki de bundan daha iyi maske bulunamazdı. Kan dökülür ama bu strateji dünyada bir renk körlüğü yaratır. Kırmızının yeşil görüldüğü bir görüş, hatta yanılsama yaratılmıştır. Dökülen yeşildir, demokrasidir. Dünya vicdanı dökülenin kanın kırmızısı olduğundan bihaber yeşile bakar, yeşil görür ve de yeşillenir. Olan biten her şeyin, demokrasi için olduğuna inanarak bakar. Mısır'da, Rabiatul Adeviyye ve Nahda Meydanı'nda olan da budur. Sessizlik, yeşilin hatırınadır. Strateji(demokrasi) ve istikrar gereği ordu silahsız sivilleri katleder insanlık vicdanı, yerkabuğunun çatlaklarından içeriye sızan kanı, alg yeşili sanmaya devam eder. Renk körlüğü ideolojik bağnazlıkla birleşir ve âma bir dünya ortaya çıkar.
Bu ideolojik bağnazlık, modernitenin yarattığı oryantalizmle birleşerek ya da bunun bir sonucu olarak dünyanın gözlerini Ortadoğu'ya, Mısır'a kapattırmıştır.
Barbar, Bedevi Arapların demokrasiye kavuşması için ölmeleri gerekir. Hiçbir demokrasi acısız değildir. Hele de söz konusu, modernitenin kendi imalatı saydığı/sandığı demokrasi olunca. Kolonyal anlayış, girdiği topraklardan huzuru çekip alıp, yerine demokrasiyi koyacak ve Arapları demokrasi ile medenileştirecektir. Her katliamın, sömürgenin sonu hayra; rengi yeşile çıkar.
Batı Modernitesi'nin bireyinin zihin haritasında yarattığı bu oryantal adacıklara ayak basarken Mısır'daki katliamı anlamak üzere işaretler konulup geçilebilinir ama Türkiye'nin oyuklar ve kahve renkliliklerle dolu zihin haritasına ne demeli? Türk Modernitesi'nin kolonyal anlayışı hangi hassasiyetler üzerinedir, buna bakmak gerekir.
Müslüman Kardeşlerle, siyasal ve ruhsal özellikler bakımından birbirlerinin karakteristikleri sayılan AKP Türkiye'si Mısır'daki katliama en hızlı ve duyarlı tepkiyi veren ülke oldu. Katliam, birinci ve yetkili ağızlarca, Kahire'den iç işlerimize karışma uyarası alacak kadar kınandı; değerlendirildi. BOP şemsiyesi altında Ortadoğu'da faaliyet yürüten İslami liberallerden birinin ötekisine kötü günlerdeki desteği de denilebilir.
Seçmenleri, tabanları bakımından ilk başta dini Saiklerle siyasi erkten gelen bir destek gibi görünse de, işin içerisinde, birbirlerinde kendi sonlarını görmek var. İhvan Cephesi'ne İdeolojik ve kendi Geleceği kaygıları ile güçlü bir destek sunan Türkiye Batıyı Mısır'daki katliama karşı sessizlikle, duyarsızlıkla suçlarken Rojava'yı unutmuşa benzer.
Rojava'daki katliama karşı dünya ile birlikte renk körlüğüne tutulan Türkiye, halen de Rojava'da çetecilerin akıttığı kanın rengini yeşil görmektedir. Türkiye nazarında Kürtler kendilerinin Müslüman Kardeşlerinden sayılmaz mı? Evet cevabı, Rojava'da olanlarla ortadadır. Sadece kendine Müslüman ve de seçen Türkiye'nin tavrı ideolojik nedenlerle katliamda seçiciliğe dayalıdır. Ve de ilginç tezatlıklarla birlikte.
Geçtiğimiz iki gün önce, AKP-akım TRT Türk Haber özel programına telefonla canlı bağlanan Hüseyin Çelik'in Mısır'daki katliamla ilgili değerlendirmeleri Rojava ile Mısır arasında mekik dokumamız gerektiğine işaretti. Batının Mısır'daki katliama karşı duyarsızlığını eleştiren Çelik, seçimle gelen Hürriyet ve Adalet Partisi ile davalarını demokrasi ile yürüttüğünü belirttiği Müslüman Kardeşlerin gözden çıkarıldığından şikâyet etti. Batı diyerek ABD'yi işaret eden Çelik, ABD'nin daha çok El Kaide, Hizbullah gibi radikal örgütleri referans aldıklarını belirtti. ABD şahsında Uluslar arası siyasal erkleri demokrasi dışı davranmakla, Mısır'daki katliama sessiz durarak ortak olmakla suçlayan Çelik, eleştirilerinin özünü oluşturan tüm davranışların, Rojava'daki katliamda söz konusu olduğunu unutmuşa benzer.
Batıyı pozitivizmle suçlarken, Türk işi pozitivizmi Rojava'da uyguladıklarını bilmemiş olamaz. ABD'yi fundamantalist örgütleri nazara almakla, iş yaptırmakla suçlarken Rovaja'da Kürtleri katliamdan geçiren El Kaide'ye bağlı El Nusra ve ÖSO çetelerinin lojistik ve siyasi desteklerinin kendilerince sağlanıldığını unutmuşa benzer.
Türkiye'deki otellerde konaklayan, Gaziantep'te katliam senaryosunu hazırlayıp Rojava'da sahneye koyan Radikal gruplar, demek ki büyüme veya güvenlik hedefi olan her güç için araçtır. Hem de, Mısır'daki katliamda görece sadece Batı yeşillenirken Rojava'daki katliamda Türkiye ve Batı birliktece yeşillenmiştir/suskundur. Sınır kapıları kapalı tutularak ölümlerinin izlenildiği Rojavalıların boş mideleri çetecilerin mermi çekirdekleri ile doysun diye, siyasi bir uğraş verilirken, dilleriyle vicdanları lal olanların basiretsizlikleri demek olan değirmen daha çok su taşır.
Evet, söz konusu etnik ve dini aidiyetlerinden bağımsız olarak tutulan/tutulması gereken insan hayatının katliamlarla yitirilişi olunca, Mısırla Rojava arasında bir kıyasa gittik. Birbirlerinin cihetinden güneşi çalmak, kıskanmak ya da ışığı bir küreye hapsetmek değildir mesele. Her iki cihetin güneşi, etrafında işlenen katliamlarla, doğamaz; ısıtamaz olmuştur insanını. Hâlbuki güneş Doğudan yükselir.
Rojava'yla Mısır güneşin çocuklarıdırlar. Tel Hâsıl ve Tel Aran nasılsa, Rabiatul Adeviyye ve Nahda'da da aynıdır güneşin gözünde. Demokrasi, Rojavalı için neyse, Mısır'lı için odur. Rojava ne kadar Müslüman'sa, Mısır'da o kadardır. Devrim Rojava'da neyse, Mısır'da da odur. "Batı" için Doğu aynıdır, birdir. Batı için Rojava neyse Mısır'da odur.
Bu yüzden, yüzümüz tüm katliamlara karşı gergindir, öfkelidir; isyankârdır. Bir yanağımız Rojava'yken ötekisi Mısır'dır. Hangi yanağa şamarın indiği hiç önemli değildir. Bir bedende halkızdır. Ruh hali hoşnutsuzluklarla yüklü bir halkın kanı, aynı renkte ve "miktarda" akar. Dün ve halende haykırılan Diren Rojava, bugün ise Diren Mısır'dır. Yeter ki renk körlüğüne tutulmayalım