VAHAP IŞIK'ın yazısı
İsmet İnönü ile Rauf Orbay'ın arası yine kötüydü. İnönü, Orbay'a sinir oluyordu! Rauf, batıyı yakınen tanıyan bir muhafazakârdı ve bu İsmet'in canını sıkıyordu. Hem muhafazakâr, hem de iyi derecede İngilizce biliyormuş.. Pehh!..
Rauf, İsmet'in komplekslerini üstüne çekiyordu. O İsmet ki somut bir delil olmasa bile, kimileri öyle savaşlar yapılmadığını ve bu savaşların uydurma olduğunu söylese de, evet o İsmet ki 1. ve 2. İnönü Savaşlarının oldukça kısa boylu dev kahramanıydı.
Zaman, Osmanlı'nın feshedildiği taze Cumhuriyetin ilk zamanıydı. Savaşan ülkeler arasında Sevr anlaşması yapılmıştı. Ancak Sevr de Sevr ha, Mustafa Kemal 'Sevr'i sevmiyorum!' diyor da başka bir şey demiyordu. Yeni bir anlaşma istiyordu, o anlaşma da şüphesiz ki Lozan'da yapılacaktı. Bir gün Mustafa Kemal ile Kâzım Karabekir beraber oturmuşlarken, İsmet hışımla içeriye girdi. Mustafa Kemal, yanındaki Kâzım'a dönerek:
'Yahu Kazım, Ankara'nın sıcağı mı benim paşamı böyle kızdırdı' deyip şefkatle İsmet'e döndü. İsmet o sırada 7 yaşındaki bir çocuğun sevimli öfkesiyle, kendisini ülkede pek bulunmayan deri koltuklardan birinin üstüne attı:
'Rauf'a bir şey sorduğumda bana hemen cevap vermiyor! Üstelik benimle karşılaştığında az bi şey de olsa başını eğmiyor, Rauf beni sevmiyor!'
İsmet çok kızmıştı. Mustafa Kemal, İsmet'e 'Tamam üzülme, ben onunla konuşur kulağını çekerim, boş ver sen Rauf'u da şimdi sana diyeceklerimi iyice dinle. İsviçre'ye gitmek ister misin?'
İsmet birden ayağa kalktı: 'Hayır! Ben taze cumhuriyetimde kahramanlığımı yaşamak istiyorum, tatile falan gitmem!' diye kızdı. Mustafa Kemal, İsmet'in yanına gidip yanağını okşadı, sakinleştirdikten sonra:
'Yok İsmetciğim, seni ülkemizi temsilen Lozan'da imzalanacak anlaşmanın şartlarını belirlemen için gönderiyorum' deyince, Kâzım Karabekir'in yüzü asıldı: 'Ama oraya ben gitmek istiyordum Paşam..' diye içerlenince Kâzım, Mustafa Kemal Kâzım'a kızdı: 'Hayır sen değil, İsmet gidecek!'
Kâzım cevap vermeye çekinerek müsaade isteyip odadan çıktı, o çıkarken Mustafa Kemal'in sesini duydu: 'Kâzım, Kürd milletvekillerine söyle yarından itibaren yöresel kıyafetleriyle meclise girsinler ve bir de Lozan'a gönderilmek üzere bir bildiri hazırlayıp imzalasınlar. Kürdlerin ne kadar mutlu ve mesut olduklarını bütün dünya duysun.'
Kazım emri almıştı..
İsmet'in egosu birden tavan yapmıştı, evet İsmet büyük bir kahramandı! Daha sonra Mustafa Kemal'e birkaç kazıkcık atmaya çalışsa bile, bizzat o öldükten sonra paraların üstüne 'biraz da benim resmim olsun, ben de paşayım, ben de istiyorum' diye resmini yerleştirmek istemişse bile, yine de İsmet kahraman biriydi. Evet İsmet gidecekti, tabii ya, ondan başka kim gidebilirdi ki zaten!
'İsmet! Kürd Türk kardeştir, her şey yolunda diyeceksin, sana ne kadar çok güvendiğimi bir Allah bilir bir de ben, senden başka kimseyi güvenip de oraya gönderemem!.. Ve ne yaparsan yap, Musul ile Kerkük'ü onlardan koparıp bana getir, tamam!'
Gel zaman git zaman, yolculuk vakti yaklaşmıştır, kocaman bavullarıyla kısa boylu İsmet Paşa yolcudur, uzun bir yolculuktan sonra artık Lozan'dadır.. Ama daha Lozan'a varır varmaz ne görse iyidir, aman Allah'ım! Lord Curzon denilen herife saray yavrusu gibi bir süit hazırlanmışken, kendisine çok kötü bir otel odası layık görülmüştü, İsmet'in daha ilk günden sinirleri çok bozulmuştu.
Anlaşma için toplantılar başladı, İsviçre'nin serin Alp havasında harp yorgunu ülkeler; Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Slovenler sürekli toplantılara katılırken, arabesk şarkılarla sürekli sabahladığından olacak ki savaşın yenilen taraflarından biri olan Bulgaristan uyanamayıp toplantıları kaçırıyor, Rusya ise devrim marşlarına beste hazırladığı için, sanatçı ruhu işte, toplantılara kısmen katılıyordu. Toplantıların hepsinde de moderatör olarak tabiî ki de sonradan piyasaya çıkmış, servet avcısı büyük çocuk ABD vardı, hayırsız evlad birden ailenin reisliğine soyunmuştu, babasız kalan bir dünyada sahipsiz bir sürü çocuğu o himaye edecekti, helal yani, başka ne diyeyim..
İsmet Lozan'da çok mutsuzdu, kimse onu ciddiye almıyordu, Lord Curzon'un süit'inden o da istiyordu ama bırak böyle bir süite sahip olmayı, Lord ona süitinde bir çay bile ısmarlamamıştı! Toplantılara herkes ellerinde cetvellerle geliyor, masanın tam ortasındaki haritanın etrafında birleşiyorlardı. Ve durum kritikti! Çünkü Kerkük ve Musul'u kimse İsmet'e vermiyor, onları istiyorum, dediği zaman da kimse onu dinlemiyordu. Dudaklarını büze büze sürekli Ankara'ya haber uçuruyor, ancak dönemin başbakanı Rauf ona çok geç cevap veriyordu, İsmet delirmeyecekti de kim delirsin şimdi! Rauf ile İsmet arasındaki kavgayı bir kenara bırakıp sonuca geleyim.
Sonuç olarak: Kürdlerin, 17 Mayıs 1639'da İran İle Osmanlı arasında imzalanan Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla ikiye bölünmüş olan coğrafyası, Lozan'daki cetvellerle 4'e bölünmüştü.
Ve ismet ülkeye döner, fazla uzun bir zaman geçmeden Kürdçe yasaklanır. Kürdlerin ileri gelenleri birer birer gözden çıkarılmaya başlanır. Bu cezalandırılmalardan sonra da isyanlar çıkar. İhsan Nuri Paşa cumhuriyetin komutanlarından biridir ve birliğinden askerlerinin bazılarıyla ayrılıp Ağrı Dağı'na çıkmış, bu isyanlardan birine kendisi komutanlık etmiştir. Şeyh Saidlerin Diyarbakır'da asılmaları, Seyid Rıza sonra..
Yaklaşık 29 isyan bu şekilde başlamış ve bugün de katılalım ya da katılmayalım, en son isyan olan silahlı güçlerle cumhuriyet arasında barış müzakereleri yapılıyor.
Bu barış müzakereleri bana Lozan'a gitmeden önce yapılmış skeçleri andırıyor, neden mi?!
Çünkü haritada cetvelle, arazide ise mayınlı tellerle ayrılmış sınırlar; bu kez de duvarla bölünüyor! Bir insanı sürekli öldürmek, ama bir türlü öldürememek! Bu kendini beğenmişlik, bu hor görmek de neyin nesi!
Kürd coğrafyası bugüne kadar 3 sınırla tanıştı:
-Birisi 1639'daydı, Evdalê Zeynîke, Kürdlerin Homeros'u diye bilinen büyük Ozan, bu sınırı ciddiye almamış ve defalarca Mîr'iyle beraber Îran tarafında kalmış Kürdlerle buluşmuş, türkülerini köklerine emanet etmiştir.
-Sonrasında 1920'ler, yani Lozan.. Cegerxwînler, Apê Musalar zor da olsa gerektiği zaman bu sınırları çok da güzel geçmiştir. Apê Musa'nın hatıralarını okuyanlar bilir, sınırı izinsiz bir şekilde trenle bile geçmiş, Rojava'da gülmüştür.
-Ve son sınır, 2013 yılında yapımına başlanan bir duvar..
Türkiye ile Suriye arasına; cetvel, mayın ve tel ile çizilmiş sınırın üstüne bir de duvar yapılıyor. Ama bu da olmayacak, bundan onlarca yıl sonrasını görüyorum, dağların ayıramadığı insanları duvarla mı ayıracaksınız, komiksiniz?
-Sultan 4. Murat ile Şah 1. Abbasın sınırını, Evdalê Zeynîke türkü söyleyerek ezdi.
-İnönü Kahramanı Paşa İsmet ile Lord Curzon'un sınırını, Apê Musa gülerek tedavülden kaldırdı.
- Nusaybin'le Qamişlo arasına örülen duvarı ise briket ihtiyacı olan yoksul köylüler söküp götürecek, kendilerine güzel mi güzel evler yapacaklar, ahan da benden söylemesi.. He wallahi inşallahhh!...