BERLİN- Bertolt Brecht'in Üç Kuruşluk Opera adlı eseri, evinin yaklaşık bir kilometre ötesindeki tiyatrosu Berliner Ensemble'de sahnelenmeye devam ediyor.
Önünden geçerken zihnimi şu soru yaladı: Acaba, Brecht hayatta olsaydı Angela Merkel'in İstanbul ziyaretinden Üç Milyar Euro'luk Operet adıyla bir eser çıkartır mıydı?
Angela Merkel, İstanbul'da Ahmet Davutoğlu ve arkasından müthiş bir Üçüncü Dünya görgüsüzlük örneği olarak altın varaklı koltuklarda Tayyip Erdoğan ile görüşürken, AB adına yürüttüğü görüşmeleri, tam ters yönden, Almanya başkentinden izlemek ilginç oldu.
Merkel'in İstanbul'da bulunduğu gün ve ertesinde (pazartesi) tüm gazeteler ve ekleri, Türkiye ile ilgili yazılarla doluydu.
Alman basınının yanısıra, Avrupa ve Amerikan basını da işin içine katılırsa, Batı basını bugüne dek olmadığı biçimde Avrupa'nın en güçlü siyasi şahsiyeti olan Angela Merkel'e eleştiri oklarını yöneltmişti.
Batı kamuoyunun nabzına ve Merkel'in İstanbul'da ne elde ettiği ve etmediğine bakıldığında, Türkiye ile AB arasında Avrupa kapılarına yığılan Suriyeli mülteci sorununun harekete geçirdiği yapay yakınlaşmanın yakın vadede elle tutulur, olumlu sonuçlar verebilmesi pek kolay gözükmüyor.
Soli Özel'in pazartesi günü Diken'de yer alan söyleşisinde İkiyüzlülük, yalan, riya ve samimiyetsizlik Türkiye ile AB'nin mütemmim cüzüdür zaten diye karakterize ettiği Türkiye-AB ilişkilerinin bu temel özelliği Merkel'in İstanbul temaslarıyla değişmiş değil.
Batılılar ve Türkiye'deki demokrat çevreler, Merkel'in ani İstanbul ziyaretine ve bagajında cuma günü Brüksel'deki alelacele AB Zirvesi'nde kabul edilen Eylem Planını 1 Kasım seçimlerinden iki hafta önce getirmesine karşı çıkarken, bunun Tayyip Erdoğan'a gereksiz bir hediye olduğundan ve demokrasi ve insan hakları sicili berbat bir hal alan Türkiye Cumhurbaşkanı'nın durumu seçimler için istismar edeceğinden dem vuruyorlar.
AB'nin ilkelerini realpolitik uğruna feda ettiğine hiç kuşku yok. Realpolitik uğruna bu ilke satışı ile ortaya çıkan iki yüzlülük hali ilerde AB'nin karşısına kendisini zayıflatıcı bir unsur olarak hep çıkacak. Bu bakımdan, Merkel, kötü bir emsal yarattı.
14 Ekim'de yayımlanacak olan ve Türkiye'nin demokrasi ve insan haklarından sınıfta kaldığını gösterdiği bilinenAB İlerleme Raporu ertelendi.
Ertelemenin, Tayyip Erdoğan'ı kızdırmamak ve dolayısıyla Suriyeli mülteciler konusunda işbirliğine ikna edebilmek için yapıldığını bilmeyen yok.
Bu, AB'nin başta AB'nin gerçek patronu konumundaki Merkel olmak üzere- Türkiye'ye daha doğrusu Tayyip Erdoğan'a ilişkin olarak- kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez yaklaşımını benimsemiş olduğunu gösteriyor.
Merkel, İstanbul ziyaretiyle, tam da Yeşiller'in Avrupa Parlamentosu'ndaki grup başkanı olan bir diğer Alman kadın politikacı Rebecca Harms'ın yapma dediğini yaptı.
Rebecca Harms, Brüksel'de Eylem Planının kabulünden sonra ve Merkel, İstanbul yolculuğuna çıkmadan önce, şu uyarıcı açıklamayı yapmıştı:
AB liderlerinin Türkiye'deki kaygı verici tırmanış karşısında sessiz kalmaları yanlıştır. Bu eleştiri yoksunluğu, anlaşma gereği Erdoğan'a yapılacak vaatlerle birleştiğinde, AB'nin, seçimlerden iki hafta önce Erdoğan hükümetinin sorumsuz politikalarını desteklediği izlenimine yol açma riski taşıyor. Böylesi, AB'yi bir yandan da, AKP'yi demokratik sürece geri dönmeye ikna çabasında kozdan mahrum bırakıyor. AB üyesi ülkeler, Erdoğan'ı sınırlarının baş muhafızı yapmamalıdırlar.
Merkel'in, Erdoğan'ın yanıbaşında altın varaklı koltuğunda iğreti biçimde, müştereken, birer operet oyuncusugörünümü vererek otururken yaptığı tam da buydu.
Şu:
3 milyar Euro ücret ile, 1 Haziran'da yürürlüğe girecek ve nasıl gireceği şimdiden belli olmayacak şekilde TC vatandaşlarına Schengen bölgesinde vize kolaylığı ve Türkiye'nin AB üyelik sürecini hızlandırma vaatleri karşılığında, Tayyip Erdoğan'ı AB sınırlarını korumak üzere muhafız tayin etmek.
Bölgesel güç merkezi ve dünyanın ilk 10'unda yer alacak önemli uluslararası aktör olma iddialarından, AB'ye yönelebilecek başta Suriyeli, Ortadoğu'lu mültecileri durdurmak ve Türkiye'de yerleştirmek üzere AB muhafızlığıkonumuna inmek, AKP iktidarının Türkiye'yi getirdiği ve indirdiği noktadır.
Merkel'in İstanbul temasları öncesinde Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu'nun, cuma günü, AB Türkiye'yi yeniden keşfetti sözleri ve Ankara'nın tam üyelik hedefini gözden kaçırarak, AB'nin taktik ortaklık peşinde koşmaması uyarısı dış basında yer aldı. Sinirlioğlu, Türkiye, sadece kriz zamanlarında hatırlanacak bir ülke değildir demişti.
Türkiye'nin, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'nın karşılaştığı en büyük mülteci dalgasının yarattığı panik sayesinde hatırlanması ve AB'nin realpolitik-ilkeler ikileminde ilkeleri feda etmesi, aslında, tam da bu uyarının konusu olan taktik ortaklıkı ortaya çıkartıyor.
Alman-AB realpolitik anlayışı, Türkiye ile taktik ortaklıkı öngörüyor.
AB ile Türkiye'nin stratejik ortaklıkı Merkel için şu sırada bir anlam taşımasa da- ancak demokrasi vedemokratik değerlere bağlılık konusunda olabilir. Türkiye, giderek, demokrasiden uzaklaşıp, Ortadoğululaştıkça, AB'nin 3 milyar Euro ücret karşılığı ve yerine getirilebilmesi çok zor vaadler karşılığında AB'nin sınır muhafızıolarak istihdam edilir.
Bu arada, AB kamuoyu ve Türkiye'de bazı çevreler hiç merak etmesinler; Merkel'in günü birlik İstanbul ziyaretinin 1 Kasım'a etkisi, neredeyse sıfırdır.
Türkiye'deki kutuplaşma ve bunun seçim sandığına olan yansıması, Merkel'in İstanbul'a gelip, Tayyip Erdoğan ile altın varaklı koltuklarda poz vermesinden hiç etkilenmeyecek düzeyde.
AB'de sorulması gereken asıl soru şu olmalıydı:
Kendi başkentinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın burnunun dibinde güvenlik önlemi almaktan aciz, 102 insanını feda eden, bunu gerçekleştiren IŞİD'i bir numaralı tehdit olarak görmemekte ısrar eden bir yönetim, AB'ye gidebilmek için her yolu, her şeyi göze alan yüzbinlerce mülteciyi AB namına nasıl önleyebilecek ?
Önleyemez.
Kendi ülkesinin güvenliği konusunda akıl almaz zaaflar ortaya koyan bir Tayyip Erdoğan rejimi ve bu haldeki birAKP hükümetinin AB kapılarına bekçilik yapabileceğini sanmak, olsa olsa, Merkel'in Almanya ve Avrupa'da ne ölçüde bir mülteci paniği içine girmiş olduğuna ipucu verebilir.
Eylül-Ekim arasında Almanya'ya giren Suriyeli mültecilerin sayısı 400 bini aşmış ve her gün ortalama 10 bin kişi daha giriyor. Merkel, öyle bir panik içinde ki, acaba Türkiye, bu yönetim altında mültecilerin önünü kesmeyi becerebilir mi? diye düşünecek vakti yok. Dolayısıyla, İstanbul'a AB'nin en iyi bildiği şeyi getirdi: Para yardımı!
Herşeye rağmen, bu şekilde de olsa, AB ile canlanan ilişkiler, ilişkilerin daha önceki durumundan daha umut verici bir geleceğe işaret edebilir. Su, yolunu bulur. Türkiye-AB ilişkisi, ister istemez, inter-aktif olacaktır.
AB ile ilişkiler, ilişkisizlikten daha iyidir.
Aksi halde, AKP'nin Türkiye'yi sürüklediği tek yol, Türkiye'nin Ortadoğululaşması, dahası Suriyelileşmesi idi.
Oysa, Suriyeliler, paradoksal olarak, Avrupa'nın yönünü Türkiye'ye çevirdi, Türkiye'nin Avrupa ilişkilerini canlandırdı.
Bu da bir şeydir